Mesela başlık fotoğrafımı başlık fotoğrafı olarak kullanmak bana ne kadar ağır gelir, bilemezsin. ONUN DIŞINDA. hadi çay koyalım.

17 Nisan 2010 Cumartesi

[İSTA]vrit,nbul.

Bundan 6-7 sene önceydi.
En son gittiği tatile 90'lı yıllarda giden ailem kemiklerindeki kireçlenme ve şehirlerindeki kızlarda görülen "bikini izini gösterme isteği"nin işe yaramasıyla "ne işi la 10 gün gidek Antalya'ya" diyerek Antalya'da Kılap Goldın Biğç adlı bir otele gittiler. Her şey o anda başladı.
Ben 10 yaşında, ıssız, minik, çalışkan bir kızdım. Bundan önce İstanbul, Eskişehir, Kayseri gibi şehirlere gittiğimizden ne bir Antalya, ne de bir İzmir gördüm. Annem denizden korkardı çünkü efsaneye göre 16 yaşındayken babasıyla gittiği tatilde neredeyse bir girdapa giriyordu. Babam akranlarının denizde sırt üstü yatıp "oyşşşşşşşşş" diye dalmasına rağmen kendi yüzme bilmediği için bir boşluk içerisindeydi. Ablamsa asi bir tineyç olduğu için bir kış günü oturma odasında uyumaya karar vermiş, sonra üşüyüp elektrikli sobayı odaya almış, kardeşinin de bir kağıdı elektrikli sobanın içindeki Star Wars tarzı kırmızı ışıklı şeye sokmuş, yanan kağıdı da "AĞĞĞĞĞĞĞĞEAAHHH ANNNNNNEEEEEEEEE UYAAAAAAAAAN" diye telaşla ve yanlışlıkla ablasının üzerine atması üzerine ablasının belinde hafif yanık izleri oluşmuş, gittiği cildiyeci de "bu gız denize menize girmeyecek bir-iki yıl" diyerek aileyi bir-iki yıl daha Eskişehir-İstanbul-Kayseri üçlüsüyle kısıtlamıştı.
Bu arada ablası kardeşinden kardeşinin balığını kürdanlayarak intikam almıştı, söyleyim.
Ablamın yara izi bitmiş ve, ailecek gidilen bir Temmuz yemeğinde herkesin hayvani kara olmasıyla "SOMALİ Mİ LAN BURA?!" nidalarında kalan peynir beyazı ailenin babası, ertesi gün bir plan yapmış, ailesini Antalya'ya götürmeye karar vermişti.
Antalya'ya da arabayla giderek farkını ortaya koyan ailem, 10 saat boyunca arka koltukta ablasını döven azgın bir bebe, ısrarla radyonun çekmesini bekleyen bir anne, ve güneş gözlüğünü çekmiş tüm kuulluğuyla arabasını süren bir NURİyle baş başa bırakılmıştı.
Sonunda Antalya'ya geldik. Otopark'a arabayı koyup bavulları resepsiyon'un oraya koyduk, bir saat "nemli almanlar"ın arasında resepsiyonun orda bekleyip, ays tiğ içtik ve sonunda odamızı aldık.
İki tip oda vardı. Birisi koca bir bina içinde bissürü oda olan, diyeri de ayrı ayrı iki katlı binalarda iki odası bulunan odalardı. İkinci oda tipini tercih ettik. Bizim odamız alt kattaydı, girdik, "kene"den korkuyorduk ve "ay üst kat mı olsa kene mene gelir" diyerek tüm Türklüğümüzü otel çalışanlarıyla paylaştık. Onlar da bize hak verdiler. Odaya geçtik. Ablam anında bikinisini giymiş, "HADİ HADİ HAVUZ HAVUZ!" diye bağırıyor, yüzme bilmeyen babam "BANA BİR DENİZ MAKARNASI ALALIM" diyor, nerden öğrendiyse, annemse "ay dur kızım PERLA GİYİNSİN DUR" diyordu, mayosuyla. Babam siyah naylonumsu kuul mayosunu giymiş, adonis kassız vücuduyla NURİliğini kanıtlamış, birlikte oteldeki marketten deniz makarnası ararken..
..
..
NURİnin karşısında aniden beliren "istavrit,nbul" baba-kız'ı dehşete düşürmüştü. Adam bize bakıyor, biz adama bakıyor, öylece duraklıyorduk. Bu adam babamın aynısıydı! Üstelik yanında benimle alakası olmayan bir kızı, annemi andıran da bir kadın duruyordu. Babam adama "gıraeaeaes haeae?" şeklinde bakarken kendi klonu olan adamdan daha yakışıklı olmanın gururuyla omzunu geri, göğsünü ileri, karnını geri alıp tüm kuulluğuyla yürüdü. Bense "babeaeba bana PEZ alsanaaae" diye peşinden koşuyor, bir yandan da adamı süzüyordum. Sonra babamla havuza gittik. Fakat "İSTAvrit,nbbul" tişörtlü adam her yerdeydi. Havuza gittiğimizde havuzda bira göbeğini genişletiyor, öyle takılıyordu.
Adam havuzun içerisine geçmiş ablamvari bir kızla -sanırım kızıydı- havuzun kenarında birasını yudumlarken, "Bu kadar entellik bir İSTAVRİT,İSTANBUL TİŞÖRTLÜye fazla diye düşünen Perla, "hışıııııııııırs" diye adamın üzerinden havuza atlayıp biralarına bir miktar HAVUZ SUYU kattı. Adam biraz sinirlendi, daha sonra karısına "şu birayı şurdan çek" deyip, kızıyla havuzda köpekleme yüzen Perloş'un yanına geldi. "Sen de kimsin bakayım, seni bugün markette DENİZ MAKARNASI alırken gördüm babanla, babanla çok benziyormuşuz AH AH AH AH AH AH AH" diye güldü. Kızı da, "eheh evet ben de farkettim adın ne senin:)" dedi bana. Korktum. "Aaa ehe evet" deyip, "Öykü, ama Perla da diyebilirsiniz, aslında Perla" dedim. Adam "ALMAN MISINIZ SİZ, perla merla" dedi ve sırıttı. Ben de "Yok çerkeziz biz" dedim. Kız, ablamı göstererek "Şu sarı bikinili ablan mı? Sanırım tanıdık geldi, baban gibi ahahaha" dedi. Ben de "hıhı, evet ablam, emm sizin adınız ne" dedim. Adamın adı SALİHmiş. Çünkü Salih Amel önemli. Kızın adı da Denizmiş, sonuç olarak adam bana nerelisiniz diye sordu ve tüm kuulluğumla "KAYSERİ ama Ankara'da yaşıyoruz ehe" dedim. "Aaa, PINARBAŞINDAN MI YOKSA?q?*1!?!*?1?!?1*1**1*11*1" dedi, "OHA EVET" dedim. Meğer o aile de Pınarbaşındanmış. İki aile de pınarbaşılıydı. Biri Kayseri'de kalmak zorunda kalmış, ıssız AVŞARLAR, diğeri de Ankara'ya giderek kurtulmuş, kuğl ÇERKEZLERdi. O zamanlar 1.30 olan boyumla havuzu boylamaya çalışıyor, pür dikkat o aileyi izliyordum.
Sonra ablamla ertesi gün, oyun köşesi diye salak bir yere gittik. Masa hokeyi oynuyor, bilardo oynayanları izleyenleri izliyor, kepçeyle oyuncak çekmeye çalışırken almanların "BEBE LA BUNLAR -almancası--yani bence öyle diyorlardı-" deyip GAH HAH HAH diye gülmelerini dinliyor, bir de okey oynuyorduk. Okey bilmediğim için hep kovuluyordum oyunun yarısında. Günün birinde SALİH oyun köşesine geldi, tek başına. Bizi görüp selam verdi. "Babanız lazım bana MUHAHAHAHAHEAHAEHAH" diye güldü. Korktuk ama hemen babamızın yerini söyledik. O an NURİ'yi kesse umrumuzda değildi çünkü masa hokeyinde ben yeniyordum ilk defa. Babam annemle büfemsi yerde annem bira, babam da kola içiyordu. Adam tövbeli. kjdfk. Neyse.
Biz sıkılıp odaya dizi izlemeye gittik. Saat 11 oldu, annem geldi, "babanız bi adamla gitti" dedi, odadaki sinekleri öldürdü. Anneler çok kullanışlı insanlardır. Odadaki sinekleri öldürür, size şefkat gösterir, yemek yapar. Bu yüzden severiz. Neyse, saat 1 oldu, 2 oldu, 3 oldu, babam yoktu. Yoktuuuuuuu.. toktu.... toktu değil lan yoktu. Bunun sonucunda annesi saat gece 3'te minik Perlayı otelde babasını aramaya gönderdi. Havuzun oraya gittim, yoktular. Aquapark denen zımbırtıya gittim, ne gezsinler. Büfemsi yere gittim, yoktular. İki hayvandan oluşan hayvanat bahçesinde, yoktular. Sahili bile buldum, yoktular. Sonunda aklıma restorant mı ne zıkkımsa, oraya gitmek geldi. İçeri girdim. BİR DE NE GÖRSÜN O GÖZLER! O GÖZLER..
Nuri ve Salih, ellerinde rakı..
Masada bir kaç meze..
Sadece bulundukları yer aydınlatılmış, arkada "HAYALLER KURARDIK BİZ YILLAR ÖNCE
HİÇ YOKTU HESAPTA AYRILIK BİZCE" mırıltılarıyla "ALLAAAAAAAĞH" diyor, babam "nerden evlendiiğğm saliiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiih aaaaaaaaaah saliih YİĞİDİİİİİİİİİM" diye bağırıyor, yakalı tişörtünün yakası yok olmuş Salihse, "ah NURİİİİİİİİİİİİİİİM TOTOŞUM, NURİİİİİİİİİİİİİİİİİM, TOSUNUM. NEREDEN EVLENDİK?!" diyor, bunu gören Alman garson da köşede tırsık bir şekilde babamla babama benziyen adamı izliyordu.
Ben babamı hiç öyle görmemiştim.
Sonra koşarak odaya geçtim, anneme "BABAM ÇORBA İÇİYOR AHEAE" dedim, gittim yattım.
Sabah birlikte denize girdik, babamla Salih deniz makarnalarıyla yüzerken ablamla deniz, annemle diğer anne kaynaştı ve ben ıssız kaldım.
Sonra günler geçti, babam TOTOŞUYLA ayrıldı, biz de Ankara'ya gittik.
Bunu neden anlattım bilmiyorum.
Neyse.


3 yorum:

  1. çok iyi yazı olmuş. (bolsoor)

    YanıtlaSil
  2. baban gay miymiş yani ? :o

    YanıtlaSil
  3. Kayseri/Pınarbaşı'ndan sonra okumadım, akraba çıkma ihtimalimizden korktum :P

    YanıtlaSil

Tarık Mengüç.